Ramazan ayının yirmibeşinci günü 25 Mayıs 2019
Onbir ayın sultanı
Merhaba Yâ Şehr-i
Ramazan
“Ramazan Ay’ı girdiği zaman Cennet’in kapıları
açılır, Cehennem’in kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.” Hz. Muhammed (SAV)
Bir Ayet
Ey
iman edenler! Hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı
kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda
harcayın. (Bakara, 2/254)
Bir Hadis
“Kim
helâl kazancından bir hurma miktarı sadaka verirse, Allah o sadakayı büyük bir
hoşnutlukla kabul eder. Sonra onu sahibi için, özenle dağ gibi olana kadar
büyütür. (Buhârî, Zekât,8)
Çocukluğumda Ramazan hazırlıkları
Çocukluğumda Ramazan öncesi evimizde
hazırlıklar yapılırdı. Annem evde temizlik yapar ve babam da ramazan da iftar
sofrası için ekonomik gücünün doğrultusunda erzak alırdı. Bir ay süresince
evimizde verdiğimiz iftar yemeklerinin yanısıra akrabalarımızın evlerinde iftar
ziyafetlerine giderdik. İftar sonrası en yakın camide topluca camiye Teravi
namazı kılmaya gidilirdi. Teravi çıkışı hayrat olarak Edirne ilinde evlere
dağıtımı yapılan Sinekli suyu satıcısının arabasının yanında bardakla su ikram
edilirdi. Evlerine dönenler günün yorgunluğu üzerinden atmak üzere istirahate
çekilirler, Ramazan davulcusunun çaldığı davulun sesiyle uyanılarak Sahura
kalkılırdı. Sahurda yemek yenir ve oruç için niyet tutularak tekrar uyumaya
yatılırdı.
Eski Zaman Ramazanları
“Eski Ramanlar Bambaşkaydı” diye başlayan ne çok
cümle duymuşuzdur büyüklerden… Bu tür bir cümle, aslında geçmiş Ramazan ve
Bayram özlemlerinin yanında belki tam olarak hakkı verilememiş ramazanları, ama
en çok tükenen ömür kilometrelerinin işaretli zaman dilimlerindeki gençliğe duyulan
hasreti anlatır.
Ramazan, İslam inancına göre yapılması farz
olan bir ibadetin yaşandığı bir dönem. Türk toplumunun yüzyıllardan beridir
yaşayan hafızasında Ramazan’ın yansımalarında zamanın çarklarının unutturduğu
kültürümüzdeki Ramazan geleneklerinin birlikte kulak verelim:
- Hilal Gözlenmesi: Eskilerin
ru’yet-i hilal dedikleri Ramazan hilalin gözlenmesi Hazreti Peygamber
dönemine kadar giden çok köklü bir gelenek… Ay takvimine (Hicri takvim)
göre Ramazan’dan önceki ay olan Şaban’ın yirmi dokuzuncu günü akşamı uygun
bir yerden batı ufkuna bakılır. Güneşin batmasının ardından yeni ay hilal
şeklinde görülürse, ertesi günün Ramazan ayının başlangıcı olduğu
anlaşılır ve halka da duyurulurdu. Hilali, yanında şahitlerle ilk gören
kişilere, kayıtlara geçirildiği gibi bu müjdeyi getirdikleri için çeşitli
ödüller de verilirdi.
- İftar Davetlerine
gidiş:
Günümüzde de iftar davetleri verilmekte hatta tarihte bir örneği olmayan
iftar çadırları gibi daha dev organizasyonlara da şahit olmaktayız.
Osmanlı iftarlarında davet edilen yere yemekten yarım saat kadar evvel
gidilirdi. Bütün misafirlerin gelmesinin ardından Kur’an-ı Kerim okunur,
eller yıkandıktan sonra da ezandan önce sofraya oturularak Hazreti
Peygamber için salat-ü selam getirme geleneği vardı.
- Yemek namaz sonrasında: Günümüz yaz
Ramazanlarında uzun bir günün sonunda yapılan iftar abartılırsa çeşitli
rahatsızlıklara sebep olabilmektedir. Osmanlı’daki uygulama ise bir
Peygamber sünnetine dayanır. Top atışı ve ezanlarla beraber, herkes iftar
duasını yapar oruç açılır, reçeller ve çörekle yahut çorbayla yemeğe
başlanır. Birkaç lokma sonra sofradan kalkılarak namaza geçilir. Akşam
namazının ardından asıl iftar başlar. Yemeğe verilen bu aranın, çok
yenilmesine mani olduğu böylece daha sağlıklı bir iftar yapılmış olacağını
uzmanlar da belirtmektedir.
- Ramazan, içe
yolculuk:
Osmanlı asırlarındaki Ramazanların bir diğer özelliği Ramazan’da iş
yoğunluğunun düşmesidir. Okullar yarım gün olur, güvenlik güçleri ve
yüksek bürokratlar dışında herkes bir anlamda tatil yapar. Ramazan
aylarının kişinin ahiret azığını hazırladığı müstesna zamanlar olduğundan
hareketle bu dönemde dünya işlerinden çok ahiret işlerine çalışması için
ortam oluşturulmuştur.
- 3,5 saat süren
iftar zamanı: Osmanlı’nın en geniş topraklara hâkim olduğu dönemde
doğuda Tebriz’de okunmaya başlanan ezan ile Osmanlı halkı iftarını açmaya
başlar, o ezanı Bağdat’ta, Musul’da, Kuveyt’te, Batum’da, Erzurum’da,
Mekke’de, Medine’de, Şam’da, Beyrut’ta, Adana’da, Kudüs’te, Kırım’da,
İstanbul’da, Kahire’de, Atina’da, Kıbrıs’ta, Girit’te, Sofya’da
Budapeşte’de, Belgrad’da, Saraybosna’da, Trablusgarp’ta, Tunus’ta
Cezayir’de okunan ezanlar takip ederdi. Tebriz’deki ezanın okunmasından
tam üç buçuk saat sonra Fas’ta okunan ezanla iftar saati Osmanlı
topraklarını ter ederdi.
- Misafirperverlik: Günümüzde de
yaşatılsa da eski misafirperverliğimizin biraz uzağında kaldığımız bir
gerçek. Tanzimat sonrası İstanbul’da Ramazan boyunca bir ay kalan Fransız
gezgin Gerard De Nerval, “Ramazan’da herkes, her eve girebiliyor
ve orada verilen yemekleri yiyebiliyordu. Fakir ve zengin bütün
Müslümanlar geçleri nispetinde bu dini görevi yerine getirmeye
çalışıyordu. Üstelik evlerine gelen kimselerin Müslüman olup olmadıklarına
da bakmıyorlardı.” Diyor. Ayrıca fakir misafirlere “diş
kirası” adıyla uygun miktarda hediye verilerek uğurlamak da
unutulan adetlerimizdendir. İftar saati çat kapı gidilen bir evde, gelen
misafirin kim olduğu ayrıntısına hiç takılmadan iftar ettirme kültürümüz
bugün biraz daha toplu iftarlarda ve yardım kampanyalarında yaşamaktadır.
- Kıraathaneler: Osmanlı’da yatsı
namazının ardından biten gece, Ramazanlarda sahura kadar yaşanıldı. Kitaba düşkün olan kahveciler,
sahaflardan kiraladıkları Kan Kalesi, Hamzaname ve Battal Gazi gibi
kitapları bir müşterisine okutturur, diğer müşterilerin de dinlemesini
sağlardı. Kahve halkının ekserisi orta yaş üzerinde olduğu için kimi
uyuklar, kimi nargilesini çektikçe öksürmeye başlardı. Buna rağmen kahve
halkı, kitaplardaki hikâyeleri çok defa dinlediğinden anlaşılmamış gibi
görünen kısımlar ya daha önce dinlenilmiş ya da başka bir zaman yine
dinlenileceğinden sıkıntı yapılmazdı. İlginç bir gelenek de kahvecinin
kitabı okuyandan kahve parası almamasıydı.
- Göğe yazılan
ateşten yazı; Mahya: “Gözle görülmez bir mekanizma sayesinde
minareler arasına gerilen ipler Kur’an’dan ayetleri gökyüzüne sanki ateşle
yazmıştı.” Diyen Alan Palmer, çok eskiden beri gelen mahya
geleneğimizi hatırlatır. Bu mahyaların günümüzdekilerden en büyük farkı
sabahlara kadar yanmamasıdır. O zamanlar ampullerle değil, yağ dolu
kandillerle yapıldığı için mahya kandillerinin yağı tükenince yahut
rüzgârdan sönünce bir iki saate kalmadan gerçekten ateşle yazılan yazılar
ok olmaktadır.
Alıntı: Salih Gülen, Gençlik ve Spor Dergisi,
s.107-109.
· Derleyen Burhan Aytekin
· Kaynaklar
· http://tr.wikipedia.org/wiki/Ramazan
· http://m.nisanyansozluk.com/?k=ramazan
· http://www.aksam.com.tr/asiri-sicakta-oruc-tutmamak-caiz--130419h.html
· https://tr.wikipedia.org/wiki/Zek%E2t