Hanya (Girit) Fatihi Silahdar Yusuf Paşa... (1604 1646)
Serdar Yûsuf Paşa’nın kumandasında 4 Rebîülevvel 1055’te (30 Nisan 1645) Malta seferi olarak duyurulan harekât için Osmanlı donanması İstanbul’dan ayrılmıştı. Girit,Devamını Oku...
Ihsan Hanson
Tarihin oluşumunda toplumların büyük rolü
vardır. Bu nedenle, bugünü değerlendirebilmek için toplumların geçmişlerini
araştırmak gerekmektedir. Tarih araştırmaları insanlığın yalnız eskiye dönük
meraklarının giderilmesi değil, ayrıca günümüzü anlamanın ve anlamlı kılmanın
da bir yoludur. Yahya Kemal’in deyimiyle “Mâzisi olmayan bir milletin âtisi olamaz”.
Bu açıdan tarihe bakıldığında tarihi meydana getiren toplumların iktisâdi,
içtimaî, sosyal ve kültürel yönleri ele alınıp incelenmelidir. Son zamanlarda
siyasî tarihin yerini sosyal ve ekonomik çalışmaların almasıyla birlikte
özellikle toplumsal tarih alanında araştırmaların yoğunlaştığı görülmektedir.
Biz de bu çalışmamızda Osmanlı toplum yapısı içinde ilginç bir konuma sahip
bulunan Osmanlı Çingeneleri üzerine genel bir değerlendirme yapmayı
planlamış bulunmaktayız. Bu araştırmamızın temel noktasını Osmanlı
Çingenelerini oluşturduğu için, bu makalenin muhtevası özellikle “Osmanlı
Dönemi Çingeneleri” ile sınırlı kalacaktır.
Osmanlı toplum yapısı içinde Çingenelerin genel
bir değerlendirmesine geçmeden önce Çingenelerin Osmanlı dönemine gelinceye
kadar tarih içindeki gelişiminden kısaca bahsetmenin faydalı olacağı
kanaatindeyiz.
Çingenelerin Menşei
Çingene Sözcüğünün Terminolojisi
Çingeneler kelimesi, Avrupa’nın çeşitli
yerlerinde İran, Belucistan vb. gibi Asya memleketleri ile Mısır,
Kuzey Afrika ve Amerika’da yaşayan fizikî ve ruhî
yapıları, yaşam tarzları ve lisânları ile birlikte diğer milletlerden ayrı
bulunan, ekseriyetle gezici kavme verilen adlardan Türkiye’de kullanılanıdır.
Bu kavmin muhtelif isimleri menşelerinden dolayı iki şekilde izah edilmektedir.
Bazıları bunu “Çingene”, bazıları da Mısır ile bağlantılarından dolayı “Kıptî”
kelimesi ile adlandırmaktadırlar. Bunlardan başka Hind dilinde “tayeng”
(musikişinas, dansöz) kelimesi ile birlikte İndus sahillerinde yaşayan “çangar”
veya “zingar”
adı verilen halkın adını taşıdıklarından kendilerinin bu kavimden geldiği kabul
edilmektedir. Bunlardan başka Türkiye’de halk arasında “boşa”, “pırpırı”, “karaoğlan”,
Mısır’dan geldiklerinden dolayı da “Kıptî” gibi çeşitli isimlerle
anılırlar.
Çingenelerin Anayurtları ve Yeryüzüne
Dağılışları
Çingenelerin Anayurtları Hindistan olarak
gösterilmektedir. Taberi’de geçen bir kayda göre; Çingenelerin Hz. Nuh’un oğlu
Yafes’in neslinden türediği ve bunların da anayurdunun Sind
ve Hind
havzası olduğu belirtilmektedir.
Çingenelerin miladî V. yüzyıldan itibaren kendi
anayurtları olan Hindistan’dan kopmaya başlamış oldukları tahmin edilmektedir.
Çingene uzmanlarının belirttiğine göre; bu bölgeyi ele geçirenler, Çingeneleri
yerleşik olmaya zorlamış, fakat bunda başarılı olamadıklarından, onlar da
gezginci yaşamlarını sürdürebilmek için batıya göç etmişlerdir.
Anayurtlarından ayrılan Çingeneler iki kola
ayrılarak yeryüzüne dağılmışlardır. Birinci kolun; İran üstünden Suriye
ve Bizans
arazisi üzerinde biraz kaldıktan sonra Mısır’a yerleştiklerini,
hatta bunların Mısır’a kafileler halinde yığılarak burada kalmalarından dolayı
asıl memleketlerinin Mısır ve onlara da Mısırlı anlamına “kıptî” denildiğini
görmekteyiz. Daha sonra ise, buradan deniz yoluyla İspanya ve Avrupa’ya
yayılmışlardır. İkinci kolun ise; Hazar denizinin kuzeyinden Karadeniz’n
kuzeyini takip ederek, Balkanlar’a oradan da Avrupa’ya geldiklerini müşahede
etmekteyiz. Burada da çoğunlukta bulundukları yer, Romanya olduğundan bunlar
“Rom” ismiyle anılmaktadır.
Avrupa’ya ise; XIV. yüzyılda geçmiş
oldukları tahmin edilmektedir. Çingeneler gruplar halinde Avrupa’ya XIV
ve XV.
yüzyılda Doğu Avrupa üzerinden ulaşmışlardır. Girit (1322), Korfu
(1347), Eflak (1370). Bunlar Avrupa ülkelerinden; Almanya’da ilk kez 1407, Fransa’da
1419, Hollanda’da 1420, İtalya’da 1422, İspanya’da 1425, Rusya’da
1501, İskoçya ve Danimarka’da 1505, İsveç’te
1512, İngiltere’de 1514, Norveç’te 1540 ve son olarak Finlandiya’da
1584 yılında görülmeye başladılar. Bu topluluk daha sonra, Avrupa’nın diğer
ülkelerine de dağılmış, XIX. yüzyılda ise, küçük topluluklar
halinde Amerika’ya göç etmişlerdir.
Çingenelerin Osmanlı Devleti’ne; Balkanlar’dan
geldikleri sanılmaktadır. Trakya bölgesinde Çingenelerin çoğunlukta bulunması
bu fikri doğrular mahiyettedir.
Avrupa Çingeneleri
Çingenelerin Doğu Avrupa’ya en erken geliş
tarihleri XVI. yüzyıl olarak görülmektedir. Bunların çoğu Ragusa
Cumhuriyeti’nin şimdiki Dubrovnik şehrinden ve Slovak Macaristan’ından
gelmişlerdir. Çingeneler bu zaman zarfında Slovak ve Macar askeri
kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak adı geçen devletlerin askeri
birliklerinde görev almışlardır.
Çingeneler Avrupa’ya ilk göçtüklerinde iyi bir
şekilde karşılanmış, XVI. asrın sonlarında papanın himayesini kazanmış, tüm
Avrupa memleketlerinde hükümdarlar ve prensler tarafından ihsanlar, imtiyazlar
ve hediyeler ile karşılanmışlardır. Ancak, bu durum uzun süre devam etmedi ve
bu durum tersine dönerek, Türklere casusluk yaptıkları gerekçesiyle, hemen her
yerde baskıya maruz kaldılar. XVI ve XVIII. asırlar arasında Avrupa
dünyasında Çingeneler hakkında ağır hükümleri içeren ve ölüm cezasını ihtiva
eden kararlar verilmeye başlandı. Bu dönemde Avrupa’da Çingeneler hakkındaki en
büyük itham konusu; büyü yapmak, çocuk çalmak ve insan eti yemek vs. gibi
suçlardan oluşmaktaydı.
Çingeneler, Avrupa’ya ilk ulaştıklarında bazı
zorluklarla karşılaştılar ve yerel yöneticiler ile birlikte devlet tarafından
kontrol altına alındılar. Avrupa’ya yeni gelen bu topluluk güvensizlik, şüphe
ve reddedilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar. Bu reddediş ilk önce yerel
yöneticilerde başlayıp, daha sonra devlet bazında kralın Çingeneleri sürgüne
göndermesiyle sonuçlanmıştır. Örneğin: Fransa kralı XII. Louis 1504 yılında
Çingeneleri sürgüne göndererek ülkesinden uzaklaştırmış bu durum 1510 yılında
Çingenelerin asılmasıyla neticelenmiştir. Daha sonra ise, 3-4 kişiden fazla bir
araya gelmeleri yasaklanmış ve nihayet 1647’de bir Bohemyalı gibi cinayet
suçundan dolayı cezalarını çekmek üzere kürek cezasına çarptırılmışlardı.
1531 yılında İngiltere kralı VIII. Henry,
1561’de Fransa kralı I. Francouis buna benzer kararlar almışlardır. Bunun
üzerine Çingeneler kendileri için daha güvenli olan yerlere doğru çekilmeye
başlamışlardır. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa devletleri hızla artan
Çingene nüfusu ile baş edemez hale gelmiş, daha sonra ise; işledikleri
suçlardan dolayı onları sürgünlere göndermişlerdir. Avrupa’nın çeşitli
ülkelerinde reformlar uygulanmış, 1767’de İspanya İmparatoriçesi bir reform
uygulayarak Çingenelerin çadırlarda yaşamalarını, serbestçe seyahat etmelerini,
kendi liderlerini seçmelerini ve Çingene dilini kullanmalarını yasaklamıştı.
Karakteristik Çingene giysileri ülkenin köylülerinin giydiği giysiler ile
değiştirilmiş, bütün genç erkekler askere alınmak için listelenmişti. Hükümet
Çingenelere bütün bu değişiklikler için bir yıl süre ve bu süre içinde iş ve ev
bulmalarını emrediyordu. Bu reformlar başarısız olunca 1773’te ikinci bir
reform hareketi başlatıldı. Bu reform ile hiçbir Çingeneye evlenme izni
verilmeyecekti. Evli ve üç yaşın içinde çocuğu olan Çingenelerin çocukları
devlet tarafından eğitilecekti. Ancak, bu ikinci reform da başarısız oldu. Daha
sonra II. Joseph üçüncü bir emir verdi: Çingeneler -Osmanlı Devleti örneğinde
görüleceği gibi- kendi atlarına binmeyecek fuarlara katılamayacak, tatil
günleri dışında müzikle uğraşamayacaklardı. Yaşamlarını ancak tarımsal işlerle
kazanacaklardı. Dini eğitim almaları için de kiliseye gönderileceklerdi.
Çingeneler hayatta kalabilmek için ancak kendi büyü-din kavramlarına yakın olan
din ile ilgili kanunları kabul ettiler.
İspanya’da 1492’de Kral Ferdinand Çingenelerin
ülkeye girmelerini yasaklamıştır. XVI. yüzyılda, İngiltere, Fransa ve
Lehistan’da, Çingenelerin tümden yok edilmesi için birtakım tedbirler bile
alındı. Bu akım daha sonra İsveç ve Danimarka’ya da sıçradı. Bu ülkelerde de
Çingeneleri yok etme eylemlerine girişildi.
Mısır Çingeneleri (Kıptiler)
Kıbt, Mısır’ın eski yerli halkına verilen bir
isimdir, Arapların Mısır Hıristiyanlarına verdikleri isme de Kıptî
denilmektedir. Arap milletlerine göre; bu kelime Hz. Nuh’un soyundan geldiği
rivayet edilen eski Mısır kralı “kıbt”ın isminden gelmektedir.
Ortaçağ’da bile Çingenelerin Mısır’dan
geldikleri tahmin edilerek onlara Kıptî denilmişir. Bu tâbir o zamandan bu yana
kullanılmaktadır. İngilizce’deki Gypsy kelimesi Çingene anlamında kullanılmakla
birlikte, esasında bu kavmin Mısır’dan geldiği kabul edilerek, Mısırlı
manasındadır.
Mısır’daki Çingeneler (Kıptîler) mizaçları
itibariyle vergi vermeyi sevmeyen bir kavim olduklarından ilk zamanlar,
Mısır’da keşişler cizyeden muaf tutuldukları için, birçok Kıptî de vergiden
kurtulmak maksadıyla keşiş olmuştu. Daha sonra ise; bunların büyük bir kısmının
servet sahibi olmalarıyla bunlardan da vergi alınmaya başlanmıştı. Bu sefer de
Kıptîler tek çıkış yolu olarak İslâmiyet’in himayesi altına girerek kafileler
halinde Müslüman oldular.
730 yılında yapılan nüfus sayımındaki rivayete
göre; Mısır’da vergiye tâbi 5 milyon Kıptî bulunmakta idi. Gerçekte nüfus
başına alınan vergi Muaviye (661-680) zamanında 5 milyon dinar, Harun Reşid
(786-809) döneminde 4 milyon olmakla beraber daha sonraları bu sayı 3 milyona
düşmüştür. Ayrıca, VII. asrın sonlarında valiler hazineyi fakirleştiren din
değiştirme hareketini durdurmak istemişlerdir.
Osmanlı Devleti’nde Çingeneler
Çingeneler Osmanlı Devleti’nde çok farklı
yönetime tâbi tutulmuşlardır. Osmanlı Devleti’ndeki yaşayan Çingeneler, Müslim
ve gayrimüslim olarak iki gruba ayrılmalarına rağmen bunlar hukukî bakımdan
denk sayılmışlardır. Çünkü, bunlar Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman millet olma
vasfını taşıyamamışlardır. Bundan dolayı, hukûki bakımdan diğer milletlerden
farklı uygulamalara maruz kalmışlardır. Mesela: Osmanlı Devleti’nde sadece
gayrimüslimlerden cizye alınırken, Kıbtî teb’anın hem zımmî, hem de
Müslimlerinden cizye alınmıştır. Fakat, miktarı farklı tutulmuştur.
Osmanlı Dönemi’nde İstanbul’a bildirilen halk
şikayetlerinde, divan’dan sancaklara ve kazalara yollanan hükm-i hümayûnlarda
görüldüğü gibi, “Gurbet ve Çingeniyân Taifesi” olarak adları geçen, evleri ve
barkları ile gezginci bir hayat süren bu taifenin insanları, satın alarak
sermaye edindikleri, güzel cariyelerden faydalanıp, çalgılı oyunlu eğlenceler
düzenlemişlerdir. Bilhassa büyük şehirlerin elverişli yerlerinde açığa
kurdukları çadırlarda levend, suhte ve öteki ergen (bekâr) servet sahibi
ailelerin oğulları hatta evli erkekler bile kendilerini bu eğlenceye kaptırıp,
servetlerini bu yolda harcamaktaydılar.
Omanlı toplumunda Yahudiler, Rumlar, Ermeniler,
Çingeneler, Göçebe Türkler (Türkmen ve Yörük) ve bunun dışındaki diğer
topluluklar bulundukları köy kasaba ya da şehirlerde toplumun temel katmanı
olan aileden başlayarak köy veya şehrin bütün topluluğunu içine alan esas
kitleyi dışında bırakarak devletin asıl toplum veya bağlantısız bir şekilde
toplum olma vasfından uzak kendi aralarında düzenli bir şekilde, çevreye kapalı
bir topluluk halinde topluluk hayatı yaşamaktaydılar.
Anadolu’nun değişik bölgelerinde “gezginci
Çingeneler” ile Güneydoğu Anadolu’da “Mellaj” olarak
adlandırılan grup üzerindeki devletin tek kontrolü, bunlardan yılda belli
oranlarda vergi almak, askeri alanda bu grupları bir kısım geri hizmetlerde
istihdam etmek şeklindeydi.
Yine aynı şekilde Çingene taifesinin kaza kaza
ve köy köy gezerek çadırlar ile konup göçerek kadınlarını, kızlarını ve kız
kardeşlerini zina ettirerek ve bunlara ilave olarak güzel cariyeler ile birlikte
güzel hatunları nikah ile alıp götürerek bunları zina ettirmek suretiyle bunlar
üzerinden para kazandıkları görülmektedir.
Çingenelerin sahte para basarak Osmanlı
Devleti’nde kallâblık ettiklerine dair arşiv kayıtlarına da rastlanılmaktadır.
Aydın sancağı kadısına yazılan bir hükümden anlaşıldığına göre; adı geçen
sancaktaki Çingene taifesinin ekserisinin zanaatkârlarının kallâblık olduğu
belirtilmekte, bunların guruşu seksenbeş ve doksan akçeye altını ise, 135-140
akçeye kestikleri bildirilmektedir.
Osmanlı Devleti’nde Çingenelerin tamamı kötü
işlerle meşgul olmamışlar, bunlardan bir kısmı çeşitli zanaatlarla
uğraşmışlardır. Çingeneler demircilik zanaatında oldukça başarılı idiler.
Süleymaniye Camii’nin inşaatı müddetince (1550-1557) seng-traş kalemlerinin ve
iskeleler için gerekli olan çivilerin Çingene Derviş tarafından imal ve tamir
edildiği, bu inşaatın şantiye defterlerindeki muhasebe kayıtlarından
anlaşılmaktadır.
Hatta Fatih Kanunnamesi’nde Çingenelerin
demircilikle uğraşanlarının haraçtan muaf tutulduğuna dair özet olarak şöyle
denilmektedir: “Her Çingeneden yılda kırk beş akçe haraç (cizye) alına, ziyâde
akçe alınmaya, ammâ üşendirilmeye. Hisar mesâlini içün veya demircilik içün
görevlendirilen Çingenelerden, ellerinde benim yazılı hükmüm veya beylerbeyinin
mektubu olanlardan haraç alınmaya”.
Burada, kanunnamedeki hükümden anladığımıza
göre; Fatih Sultan Mehmed Çingenelerin demircilik mesleğine devam etmelerini
sağlamış ve ileride onlardan gemilerin demirlerinin hazırlanması konusunda
istifade etmiştir. Çingeneler Fatih zamanından başlayarak, gemilerin demirinin
hazırlanması konusunda büyük rol oynamışlardır, gemilerin demirleri bizzat
bunlar tarafından kesilmiş ve yapılmıştır.
Bu meyanda Tersane-i Amire personeli arasında
kıbti demircibaşı bulunmakta idi. Bu tersanede çalışan demircilerin haricinde,
kıbtiler arasından temin edilenlerin görevleri; ham demirden çivi kesmek,
esirlerin ayağına takılacak “kadina” adı verilen zincirleri yapmak, lenger imal
etmek aynı zamanda gemilerin inşasında da demir aksamın hazırlamaktı.
1565 tarihli Zvornik Beyi’ne gönderilen
hükümden öğrenildiğine göre; yapılacak gemiler için gerekli olan demirin
Samakov’dan gelmesini beklemeyip, oralardan alınan demirin Çingenelere
kestirildiği bildirilmektedir.
Osmanlı Devleti Çingenelerin göçebe hayat
sürmelerinden dolayı, onların haraçlarını düzenli olarak toplayamamış ve bundan
ötürü de Çingeneleri yerleşik hayata geçirmek için onlara toprak vermek
suretiyle ziraat yapmalarını teşvik etmiştir.48 Ancak bu uygulamada başarılı olunamamıştır.
Ayrıca, Çingene taifesi at ve kısrak besleyerek
yol kestikleri ve hırsızlık yaptıkları için bunların fesat ve şenaatlerini
önlemek için at sahibi olmaları ve ata binmeleri yasaklanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde önemli gelir kaynakları
arasında gümrük mukaatalarını oluşturan çeşitli bürolar bulunmaktaydı. Bunlar
arasında çeşitli madenlerin hesaplarından, tütün ziraatından alınan vergilerin
tahsiline, Rumeli Kıptîlerinin ispençe ve cizye vergilerinden alınan hesaplar
oluşturmaktaydı. Çingenelerden alınan cizye ve ispençe vergileri cizye
muhasebesi ve maden kalemi gelir kaynakları arasında sayılmakta idi.
Tanzimat’ın ilanıyla birlikte Avrupa tüccarları
ve Yahudiler ile beraber Kıptîler de vergiye bağlanmıştı. Ekonomik olarak
belirli bir gelir seviyesine sahip olan Avrupa tüccarı ile birlikte
Yahudilerden vergi alınması bu kesimin zoruna gitmez iken, bu durumdan en çok
etkilenen ve müteessir olan kesim ise, Kıptîler olmuştur. Çünkü, onlar sürekli
olarak belirli bir meslekle uğraşmadıklarından sabit bir gelirden de yoksun
bulunmaktaydılar.
Osmanlı vergi memurları arasında Kıptîlerin
cizyelerini toplamakla görevli bulunan “Kıptîyân Cizyedârı” da yer almaktaydı.
· Alıntı Ihsan Hanson Magazin Tarih