Atatürk’ün Güncelliği
25 Kasım 2016’da ölen Küba Devlet Başkanı Fidel Castro, Atatürk’ü emperyalizme karşı savaşan “en büyük devrimci” sayar ve eyleminin kendileri için esin kaynağı olduğunuDevamını Oku...
Metin Aydogan
20 Ağustos 2019
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı hazırlıkları; Adana’da başlattığı,
İstanbul’da geliştirdiği ve Samsun’da uygulamaya soktuğu dokuz aylık bir
dönemini kapsar.19 Mayıs, hazırlık sürecinin son, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç
noktasıdır. Mondros Mütarekesi henüz imzalanmamışken, ülkenin işgal edilerek
parçalanacağını önceden görmüş, hazırlıklarını buna göre yapmıştı. Ulusun
kurtuluşu; halkın örgütlenmesine dayalı silahlı savaşımın ve ulusal bağımsızlık
kararlılığının, toplumun ortak istenci durumuna getirilmesiyle olanaklıydı.
“Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına saldıranlara” karşı, onların gücüne
ve kim olduğuna bakmadan, “bütün ulusça ve silahlı olarak karşı çıkmak, onlarla
savaşmak gerekiyordu”. Şimdi bunu yapıyor ve sonuna dek gideceği, dönüşü
olmayan bir yola giriyordu.
1919; “Genel Durum ve Görünüş”:
Söylev (Nutuk), “1919
yılı Mayısı’nın 19. günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş” girişiyle
başlar ve “Orduyla İlişkiler” ara başlığına kadarki on bir sayfalık bölümde,
ülkenin içinde bulunduğu durum, herkesin anlayacağı belirginlikle açıklanır.
Özenle dile getirilen saptamalar, herhangi bir yanılsamaya yol açmayacak kadar
somut ve belgeli, geçmişte kalan olayların gerçekliğine herhangi bir zarar
vermeyecek kadar nesneldir.
“Genel Duruma Dar Bir Çerçeveden Bakış” ara başlıklı bölümde, durum şöyle özetlenir: “Düşman devletler, Osmanlı
Devleti ve ülkesine maddi ve manevi bakımdan saldırarak yok etmeye, bölüp
paylaşmaya karar vermiştir. Padişah ve Halife olan kişi, yaşam ve rahatını
kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümet de aynı durumda.
Farkında olmadığı halde başsız kalan millet, karanlık ve belirsizlik içinde,
olacakları bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya
başlayanlar, bulundukları yere ve sezebildikleri etkilere göre kurtuluş çaresi
saydıkları yollara başvuruyorlar... Ordu, adı var, kendi yok bir durumda. Komutanlar
ve subaylar, Genel Savaş’ın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, vatanın
parçalanmakta olduğunu görerek yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen
karanlık felaket uçurumunun kıyısında, kafaları, çıkar yol, bir kurtuluş yolu
arıyor...”1
“Çıkar Yol”
Bu belirlemeden hemen sonra, “Düşünülen Kurtuluş Yolları” bölümünde o
günlerde çıkar yol olarak ileri sürülen görüşleri, ardından kendi görüşünü
açıklar. Parçalanmaktansa ülkeyi bütün olarak bir başka devletin korumasına
vermeyi yeğleyenlerin, “İngiliz himayesini” ya da “Amerikan mandasını”
istediğini; kimi bölgelerin ise, kendi başlarına kurtulmaya çalışarak “bölgesel
kurtuluş yollarına” yöneldiğini söyler.
Dayandığı anlayış, “çürük” ve “temelsiz” olduğu için bu görüşlerin
hiçbirini kabul etmez. “Neyin ve kimin korunması için, kimden ve ne gibi yardım
istemek düşünülüyordu” der ve olayların temelinde yer alan ana sorunu, “Ortada
bir avuç Türk’ün barındığı ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da bölünüp
paylaşılmasını sağlamaktan başka bir şey değildi” sözleriyle ortaya koyar.2
Ulusal bağımsızlığın, her ne ad altında olursa olsun yitirilişini ölümle
bir tutar ve yönelinmesi gereken amacın, “ulus egemenliğine dayanan, tam
bağımsız, yeni bir Türk devleti kurmak” olduğunu açıklar. Düşüncesinde olgunlaştırdığı,
gerçekleştirmek için Samsun’a çıktığı ve yaşamı boyunca ödünsüz savunduğu
ulusal bağımsızlık anlayışını, şu sözlerle dile getirir: “Temel ilke, Türk
ulusunun haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam
bağımsız olmakla sağlanabilir... Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri
çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha
iyidir. Öyleyse, ya bağımsızlık ya ölüm İşte, gerçek kurtuluşu isteyenlerin
parolası bu olacaktır...”3
Direniş ve Kararlılık
“Bağımsızlığa ulaşıncaya kadar, bütün ulusla birlikte, özveriyle
çalışacağıma kutsal inançlarım adına ant içtim. Artık benim için Anadolu’dan
ayrılmak söz konusu olamaz”4 diyordu. Kararlılığını; koşullara ve Türk halkının
özgürlükçü geleneğiyle birleştirmiş, ulusal olduğu kadar evrensel boyutlu bir
eyleme girişmişti.
Düşünce olarak olgunlaştırdığı eylem tasarını, halkın anlayıp katılacağı
söz ve davranışlarla bütünleştirerek, uygulamaya hazır duruma getirmişti.
Yüksek erekleri vardı, ancak ayrılık yaratacak erken atılmış adımlardan, erken
söylenmiş sözlerden özenle kaçınıyordu. “Ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde
sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak,
yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım”5 diyor ve her evrede, o
evrenin gereklerine uygun davranıyordu.
Güç İşi Başarmak
Çok güç bir işe girişmişti. Halk tükenmiş, umutsuz, yalnızca yaşamını
sürdürmeye çalışan edilgen bir kitle durumuna gelmişti. Yazgısına boyun eğmiş,
üzüntü içinde, gelecekleri için verilecek kararları bekliyordu. Çoğunluk, olay
ve gelişmelerin gerçek boyutunu anlayamadığı için, durumun daha da
kötüleşeceğini göremiyor, yalnızca savaştan uzak durmak, tarlasını ekmek,
çocuklarını doyurmak istiyordu.
Bir kesim, en kötü sonucu bile benimsemeğe hazırlanıyor; direnmek isteyen
azınlık, neyi nasıl yapacağını bilmiyordu. Ölümlerle, sakatlıklarla dolu yıkıcı
savaşlar içinde, yoksulluk ve hastalıklarla geçen kısa yaşamlar, Anadolu’da
direnme değil, yaşam gücü bırakmamıştı. Anadolu ve Rumeli Türklerinin genç
nüfusu; Yemen’de, Galiçya’da, Kafkaslar’da ve Basra’da eriyip gitmişti.
Yılgınlar, İşbirlikçiler
Halkın bir bölümü özellikle köylüler, direnme gücünü tümüyle yitirmemiş,
düşman köyüne dek geldiğinde birşeyler yapacağını ve tarlasını koruyacağını
söylüyordu. Ancak ülkenin kimi bölgelerinde, işgal altında bile olsa,
direnmeyen ve direnmeyecek olanlar da vardı. Bunlar, direnmek bir yana,
kurtuluş için mücadele edenlere saldırıyor, kişisel çıkar peşinde koşarak işgal
güçleriyle işbirliği yapıyordu.
İşbirlikçiliğin itici gücünü, padişahçı gericiler ve din inancını çıkar ve
siyaset aracı olarak kullanan tefeci tüccarlar oluşturuyordu. Bunlar, güç
duruma düşenlere, özellikle köylülere, yüksek faizli borç vererek
varsıllaşmışlar, yasası olmayan bir tür köy bankerleri durumuna gelmişlerdi.
İşgali kalıcı gördükleri için, çıkarlarını korumanın en güvenilir yolunun
İngilizler’le işbirliğinden geçtiğine inanmışlardı.
İhanetin başını Vahdettin çekiyordu. Sırtını işgal güçlerine, özellikle
İngilizlere dayamış, kurtuluş için mücadele edenlere saldırmada herhangi bir
sınır koymuyordu. Damat Ferit’i ikinci kez hükümeti kurmakla
görevlendirdiğinde, bu atamaya karşı çıkan Meclis-i Mebusan (İstanbul Meclisi)
İkinci Başkanı Hüseyin Kazım Bey’e; “Ben istersem Rum patriğini de, Ermeni
patriğini de, hahambaşını da iktidara getiririm” demişti.6 Damat Ferit
kabinesinde Adliye Nazırlığı yapan Bosnalı Ali Rüştü, “Yunan taarruzunun
başarısı için dua okutmuştu”.7
Ulusal savaşımı örgütlemek için ülkeye yayılan millici subaylara, kimi
yerlerde düşmanca davranılıyor, gözaltına alma ya da tutuklamalar yapılıyordu.8
İşbirlikçiler, Aydın-Nazilli Millici örgütüne sızmıştı. Bunların en
ünlülerinden biri olan Hürriyet ve İtilafçı Avukat İlhami, işgal etmeleri için
Yunanlılar’ı Aydın’a davet etmişti.9
Direnme güç ve isteğinden yoksunluk, belli bir bölgeye özgü değil, ülkenin
birçok yerinde karşılaşılan genel bir durumdu. Savaşın yarattığı çöküntü, işgal
baskısı ve baskıyla bütünleşen padişah istemiyle birleşince, örgütsüz halk
direnemez duruma gelmişti. Halkın ulusal direnişe katılımını sağlamak isteyen
genç subaylar, Anadolu’ya yayılarak, büyük güçlük ve tehlike içinde Kuvayı
Milliye’yi örgütlemeye çalıştılar. Birçok yerde; düşmanca davranışlalar, uzak
durmalar, ilgisizlik ve açık saldırılarla karşılaştılar.
“Tarihin Emri”
Kurtuluş Savaşı, bu koşullarda verildi. Kuvayı Milliye, “Başımızı belaya
sokmayın, bizden uzak durun, biz bir şey yapamayız” anlayışlarının var olduğu
bu toplum içinden çıktı. Direnişi hiç düşünmeyen hatta adını bile duymak
istemeyen pek çok insan, daha sonra kendilerini kurtuluş mücadelesi içinde
buldu.
“Yedi düvele karşı gelemeyiz” diyerek güce boyun eğen insanların komşu ya
da akrabaları, belki de kendileri daha sonra; Salihli’de, Aydın’da, Nazilli’de,
Balıkesir’de direniş örgütleri kurdular, işgale karşı savaştılar. Yazgısına
boyun eğmiş, güçsüz ve çaresiz gibi görünen sessiz kitle, birdenbire çok
değişik bir ruh yapısına ulaştı.
Özellikle yabancılar için, inanılmaz gibi gelen bu beklenmedik değişimin,
toplumsal bir dayanağı kuşkusuz vardı. Yaşadığı toprakların korunmasına, her
zaman ve her koşulda duyarlı olan Türk insanı, yurt savunması söz konusu
olduğunda, bu gizilgücü açığa çıkarmış ve önderini bulunca, yenilmesi olanaksız
bir güç haline gelmişti.
Bu gücün oluşup devinime (harekete) geçmesi için, güvendiği önderini
bulması, onun gösterdiği yola inanması ve örgütlü olması kesin koşuldu. 1919’da
bu önder Mustafa Kemal’di ve Türk toplumunun direnme özelliğini, “bir elektrik
şebekesi” gibi devreye giren “tarihin emri” olarak tanımlıyordu.10
Tam Bağımsızlıkta Ödünsüzlük
Mustafa Kemal, her türlü bağımlılığı, manda ve himaye anlayışlarını tümden
reddederek tam bağımsızlık kararını, böyle bir ortam içinde aldı ödün vermeden
sürdürdü ve sonunda herkese kabul ettirdi. “Türk ulusu ya kendi kendini
kurtaracak ya da yok olacaktır” diyordu.11 Giriştiği işte tam anlamıyla
yalnızdı. Ne destek alacağı hazır bir örgüt, ne kadro, ne de para vardı. Eğitim
düzeyi düşük, kültürel yapı dağınıktı. Ulusal bilinç yeterince gelişmemişti.
Düşüncelerini tam olarak anlatabilmek için, insanlara önce konuları öğretmesi,
bunu yaparken karmaşık konuları onların anladığı dille anlatma gibi, güç bir
işi de başarması gerekiyordu.
Yanlış kanıları değiştirmek için çok uğraştı. Bıkıp usanmadan; işgalin ekonomik
siyasi nedenlerini, Batı kapitalizmini, sömürge politikalarını, Türkiye’nin
konumunu, işbirlikçileri ve Padişah’ın yönelişlerini anlattı; olayların nasıl
gelişeceğini söyledi.
Söylediği hemen her şey gerçekleşiyordu. “Manda’ya sıcak bakmak, savaşı ve işgali
anlamamak demektir, yabancılardan yardım bekleyemeyiz, kendi gücümüze dayanmak
zorundayız” diyordu. Manda ve mandacılığın sözünü bile duymak istemiyor, bu
sözcükler geçtiğinde öfkeleniyor ve İngiliz korumasını ya da, Amerikan
mandasını isteyenleri, “ahmaklık, gaflet ve budalalık”la suçluyordu.12
Halkı Kazanmak
Yakın çevresinden başlamak üzere, bilinçsizlik nedeniyle gerçeği göremeyen
herkesi ayırım yapmadan kazanmaya çalıştı. Halk, başlangıçta mandacılık
tartışmalarının dışındaydı. Halkı kazanmanın temel görev olduğunu önceden
saptamıştı. Ulusal direnişe önderlik edebilecek aydınları bir araya getirmeye
çalıştı.
Kazandığı ilk topluluk, doğal olarak, ordudaki silah arkadaşlarıydı.
Nitelikli birer komutan olan bu insanlar, savaşmayı iyi biliyor, ancak
savaştıkları gücü yani emperyalizmi gerçek boyutuyla bilmiyordu. Bu durum, kötü
niyete dayanmayan ancak savaşıma zarar veren sonuçlar doğuruyordu.
Manda önerilerine duyduğu tepki ve tiksinti, onu, bu öneriyi olumlu
bulanların tümünü bir sayma yanlışına sürüklemedi. Mandacıları etkisizleştirip
yalıtırken (tecrit ederken), etki altında kalmış olanları kazanmaya çalıştı.
Aynı yöntemi mandacılar kullandı ve onu çevresinden soyutlamak için yoğun çaba
gösterdiler. Savaşımın doruk noktası Sivas Kongresi’ydi. Burada çok zorlandı.
Mandacıları etkisizleştirmek, bağımsızlığı savunarak Türkiye’yi kurtarmak, onun
varlık nedeni ve “en temel göreviydi”. “Bu özgöreve (misyona) duyduğu inanç,
ona olağanüstü bir ikna yeteneği” kazandırmıştı.13
Dipnotlar
1 “Nutuk”, M. K. Atatürk, I.Cilt, T. T. K., 4.Bas, 1999, sf.15
2 a.g.e. sf.19
3 a.g.e. sf.19
4 a.g.e. sf.29
5 a.g.e. sf.23
6 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.200
7 a.g.e. sf.201
8 “Milli Mücadele Hatıraları” Ali Fuat Cebesoy, Temel Yay., İst.-2000,
sf.226
9 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst., 1974, sf.1049
10 “Müdafaa-i Hukuk Saati”, Mustafa Kemal Palaoğlu, Bilgi Yay., Ank.-1998,
sf.146
11 “Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.79
12 “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” M. M. Kansu, I.Cilt, Türk
Tarih Kur. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.171
13 “Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.96
https://kuramsalaktarim.blogspot.com/2019/08/mustafa-kemalin-kurtulus-savasi.html?fbclid=IwAR32JZpwDK_rZ_tD4KmBEwuh2Yd3P2GemuLZso9CMYJOfRUWRxc0keEfHY4#more
Metin Aldoğan
20 Ağustos 2019