Annemden Aldığımız Kültür
Annemin sağlığa ve temizliğe çok önem verirdi. Aşı konusunda çok duyarlıydı. Annesinin yitirdiği on çocuktan ikisi, beş ve yedi yaşındayken kızamıktanDevamını Oku...
Sabriye Cemboluk
Küçük hikâye
Uzun yıllar önce henüz Yugoslavya savaşı
çıkmamış ve ülke tek parça halindeydi. Araba ile içinden bir günde geçemezdik.
Böyle zorlu bir yolculuktan sonra memleketteki dört hafta çabucak geçmiş ve
geri dönüyorduk. Edirne sınır kapısındaki kuyruklar neredeyse Havsa'dan
başlıyordu. Bir günü bazen bir gün ve bir geceyi sınırda sıra gelmesini
bekleyerek geçirmek zorunda kalırdık. O yolculukta da bir kaç araba önümüzde
giden bir çift, araçlar durdukça sesleri dışarı çıkacak kadar sesli ve küfürlü
kavga ediyorlardı. Hatta bazı kadın dışarı çıkıyor, adam onu kolundan tutarak
ite kaka arabaya sokuyordu. Bazı yapma etme diyenlere de saldıran adam
konvoydaki herkesin sinirlerini geriyordu. Ama ne oradan ayrılabilir ne de
kavgalarını sonlandırmak için bir şey yapabilirdik. Uzun saatler sonra sınırdan
geçip, yola çıkabilmiştik. Onlar gene bir kaç araba önümüzdeydi. Neyse artık
kavga seslerini duymuyorduk. Bir ara onlar mı yavaşlamış biz mi hızlı gitmiştik
bilmiyorum. Yanlarından geçerken adamın kadını yumrukladığını ve kadının yüzü
gözü kan içinde olduğunu görmüştük. Yol aldığımız yer eski Kominist
Bulgaristan'dı ve istediğimiz yerde duramıyorduk. Kalbim korku ve üzüntüden
deli gibi çarpıyordu. İnşallah bir Bulgar polis bu durumu görüp kadını kurtarır
diye dua ediyordum. Adam gene çok hızlanmıştı. Yanımızdan vızzz diye geçtiler.
Bir şehrin girişinde Polis hız yaptığı için durdurmuş olacak. Kadın orada
bulduğu bir sokak çeşmesinde yüzünü yıkıyordu. Bugaristan 'ı geçip
Yugoslavya'nın Niş şehri yakınlarına geldik. Gece olmuş, gündüz sıcağı ve
gerginlik bizi iyice yormuştu. Arabamızı bir park yerinde durdurup, dinlenmek
yemek, yemek ve uyumak için karavanımıza geçtik.
İnsan yorgun olunca yemek de üstüne içilen çay
da sonra yatılan uyku da çok tatlı oluyor. Sabaha kadar deliksiz uyumuşktuk.
Sabahleyin aynı kavgacı karı kocanın gürültüleri ile uyandık. Keçinin sevmediği
ot burnunda bitermiş. Bunlar da gelip bizim yanımıza park etmişler. Kahvaltı
bile etmeden, eşim motoru çalıştırdığı gibi oradan ayrıldık. Niş şehrini
geçince, büyük ve ağaçlı, gölgeli bir park yeri bulunca durup, kahvaltımızı
ettik. İki bardak da keyif çayından sonra tekrara yola çıktık. Oh be, karnımızı
doyurmuş, üstelik de kavgacılardan kurtulmuştuk. Gün boyu onları görmedik.
Arada bir kaç defa daha mola verdik, benzin aldık falan ama nihayet onları
atlatmıştık. Yol Zagrep şehrinin içinden geçerken epeyce yavaşlamak zorunda
kalıyorduk. Üstelik de iş çıkışı bir saatteyiz. Kırmızı ışıkta durunca bir de
baktım , kavgacılar yanı başımızda. Kafamı çevirip görmeyeyim dedim. Çünkü hala
kavga ediyorlardı. Neyse yeşil ışık yanınca onlar bizden önce kalktılar. ne de
olsa bizim arkamızda koca karavan var. Aman gitsinler de nereye giderlerse
gitsinler. Fakat bir çok yolcu gibi bizim de bir büyük problemimiz var.
Benzinimiz bitmek üzere ve yol üstündeki bütün benzincilerde benzin yok. Bir
köy yolu sapağında benzin var işareti görünce oraya saptık. 40 kilometre kadar
gittikten sonra önünde uzun bir araç kuyruğu olan benzinciyi bulduk. Allahım
Bizi Avusturya'ya götürecek kadar benzin alabilsek. Bir söylenti var. Yedek
benzin verilmiyormuş. Veya depoları doldurmuyorlarmış. Bu gidişle Slovenya
dağlarında, yolda kalmak da var. Neyse saatler sonra sıra bize geldi. Kavgacılar
bizden önce benzinlerini alıp yola çıkmışlardı. Bir karton marlboro sigarası
karşılığında, benzinci bizim depoyu doldurdu. Tekrar yola çıktık. Geç de olsa
daha güvenli bulduğumuz Avusturya topraklarına vardık. Gene bir park bulup,
geceledik. Sabah baktık, kavgacılar barışmış. Arabanın yanındaki masada
kahvaltı ediyorlar. Oh çok şükür dedik. Ne kerametse gene aynı zamanda yola
çıktık. Yolda bir onlar geçiyor bizi bir biz onları. Aman kavga etmesinler de
ne olursa olsun. Derken bayır aşağı inilen bir yerde biz onları geçerken ne
görelim. Adam elindeki çekiçle kadının kafasına vuruyor. Kadını yüzü gözü gene
kan içinde. Dağlık bir yerdeyiz. her taraf sık ormanlık. Etrafta telefon
kulübesi falan yok. Cep telefonları zaten daha icat edilmemiş. Polis yok hiç
kimseler yok. Adam garanti bu kadını burada öldürecek! Allahım ne yapsak
diyoruz ama araba zik zaklar çizerek tekrar yanımızdan geçti. Trafik
kurallarını alt üst ederek ilerliyor. O kadar sınırdan geçtik. Bu kadın, bu
adamı neden şikayet etmedi. Bir sürü polisten geçtiler. Benim tansiyonum gene
tavan yaptı. Bu arada hava iyice karardı. Ama ne olursa olsun bu gece
Almanya'ya girip orada yatacağız. Neyse sabaha karşı Almanya'ya girdik ve ilk
park yerinde yatıp uyuduk. Canımız yorgunluk ve gerginlikten yemek bile
istememişti. Sabah kalkınca güzel bir kahvaltı edelim. Nasılsa oturduğumuz
şehre sadece beş yüz kilometre yolumuz kaldı. Geldik sayılır. Aceleye hiç gerek
yok. Adımımızı karavandan dışarı atınca gene kavgacılarla karşılaştık. Kadın
başını galiba bir yerde sardırmış. Sargı bezi var kafasında. O tarafa bakmamaya
çalışarak kahvaltımızı ettik. Bir ara kadın gelip bizden çay şekeri istedi. Hiç
konuşmadan verdim gitti. Sonra yola koyulduk. Münih şehrini geçince gene dağlık
ve virajlı bölgeye geldik. Buralarda çok dikkat istiyor. Kavgacıların arabası
yanımızdan tekrar hızla geçti. Hala kavga ediyorlar mıydı bilmiyorum. Birden
önümüzdeki arabalar acı frenler yapmaya ve korna çalmaya başladılar. Önümüzde
bir kaza olmuştu. Araba virajı alamayıp, aşağı yuvarlanmış. İki saat kadar
yolun açılmasını bekledik. Biz geçerken, kavgacıların paramparça olmuş
arabasını çekiciye yüklüyorlardı. Demek ki kazayı onlar yapmış... Üzüldük,
acaba öldüler mi? Bu sorunun cevabını ertesi günün gazetelerinde gördük. Kaza
yapan direksiyondaki adam ölmüş, kadın bir kaç kırıkla kurtulmuş. Hayati
tehlikesi yokmuş...
Sabriye Cemboluk