Lüleburgaz tarihi
Bilindiği üzere Kırım Hanedan ailesi Giray Hanlar Türkiye'de yoğunluklu olarak Trakya'da yaşamışlardır. Genel bilinen Vize ve Saray ilçeleri olmasına rağmen Lüleburgaz, Çorlu,Devamını Oku...
Şamanizm
Eski Türklerde Gizli
Doğa Güçlerine İnanma (iye inancı)
Doç.Dr. Celal B.
Memmedov
Eski Türklerin dini
inanışlarının
esasını GökTanrı inanışı, atalar
kültü ile birlikte tabiat kuvvetlerine inanç
oluştururdu.
Eski Türkler, tabiatta
gizli kuvvetlerin olduğuna inanırlardı. Onlar kainatı ruhlarla dolu bir âlem
kabul ederlerdi.
VI. yüzyıl tarihçisi
Menandosr,
Türklerden bahsederken ‘her ne kadar toprağa, suya ve ateşe kutsiyet
yüklerlerse de kâinatın tek yaratıcısı olan tek Tanrı’ya inanırlar’
demektedir.
Bu yönden eski Türk
dini inanışlarından bahsedilirken doğadaki birtakım güçlere mukaddeslik vasfı
verilmesi ve saygı gösterilmesi ile onlara inanılması arasında çok fark vardır.
Bu farklılığın
sınırlarının tespiti, Türk dini inanışları hakkında fikir
yürütürken oldukça önemlidir.
Eski Türk inanış
sisteminde gizli tabiat kuvvetlerine inanışın yeri tam olarak
kesinleştirilmediğinden, eski Türklerin yeterince dindar ruhlu olmadıkları,
hiçbir dine inanmayıp, hiçbir şeye ibadet etmedikleri, üstelik de inanç
sistemlerinin ahlaki yönü olmadığı gibi bazı iddialar da ortaya atılmıştır.
Hâlbuki eski Türk
toplumunda kaynağını dinden alan ahlaki değerlere önem verilirdi.
Bu sebeple, böyle bir
toplumda dinin ve medeniyetin yalnızca oldukça güzel ahengini vurgulamak
gerekir. Bu ahenk, tabiatın bizzat kendisinden gelmektedir.
Bunun esası, kâinatı
bir bütünlük içerisinde kavramak gibi ananevi düşünce sistemidir. Böylelikle, yüksek
ahlakı bozulmayan ananeye bağlı bu cemiyetin, medeniyeti, dini dünya görüşü ve
inançlarıyla ilgili ve iç içeydi.
Bu inanış sisteminde
tabii objelerin bir göstergesi olarak İzi / İye (yiye / eye) adını taşıyan
koruyucu ruhların ayrı bir yeri vardı. Yerin sahibi sayılan mitolojik
varlıkların tabiatı ve bunlarla ilgili inanışların İdil boyu ve Sibirya’da
yaşayan Türk boylarının mitolojik tefekküründeki yeri nispeten daha geniş bir
biçimde araştırılmıştır.
İzi / İye anlayışı, Türk
dini inanış tarihi boyunca bilinen en eski anlayışlardandır. Daha
önceleri GökTanrı dini ile ilgili olan bu anlayış Türk lehçelerinde de oldukça
yaygın şekilde kullanılmıştır.
Bu konuda V. Bang, M.
Rasanen, M. Kastren, H. Tanyu, E. Necip, E. Sevortyan, K. Menges, N. Yeqorov gibi
birçok ilim adamı kıymetli fikirler söylemişlerdir. Biz daha çok değişik
şekilleriyle İzi / İye anlayışının gelişimini ve arkaik düşünce tarzının
etnografik çizgileri ile mitolojik yönden geçirdiği semantik şekillenme
üzerinde duracağız. Bu semantik gelişim, aynı zamanda hem sistemin içinde
gelişmiş hem de kelimenin farklı fonetik varyantlarını türetmişlerdir.
Eski Türk bengü
taşlarında idi şeklinde “sahib” manasına gelen bu kelime, Türk lehçelerinden
Hakas’ta ezi, Tuva’da ie, Altay’da ee, Kırgız, Kazak ve Nogay’da ie, Sagay’i,
Karakalpak’ta i, Başkurt eye, Tatar’da iya, Azerbaycan’da yiye, Türkmen’de ee,
Özbek’de eqa, Uygur’da eqe, Kazak ağızlarında iqe, Koybal ize, eski Osmanlı’da
is, issi, Özbek ağızlarında iyqa, ike, Saha’da (Yakut)’da iççi şekillerinde
kullanılmaktadır. Kumuk Türkçesinde de es şekli korunmuştur. Kelimenin ezi /
ege şekillerine Altay ağızlarında, eçe şekline Türkiye Türkçesi ağızlarında,
ezi şekline ise Tatar ağızlarında rastlanmaktadır. Eski Türkçe Sözlükte izi /
iye kelimesinin idi ve ige varyantları gösterilir (ay yer kök idisi veya yer
suv igesi).
Araştırmacılar Etrüsk
yazılarında iesi kelimesini okuyarak onu ‘yiyesi’ şeklinde anlamlandırırlar.
Bu fikre göre Moğolcada
karşılığı ada olup ‘acıklı ruh’ anlamına gelen asar kelimesinin Eski Türkçedeki
karşılığını ezi (yeni izi, issi) oluşturmuş ve Tanrı manasını yüklemiştir.
İzi / İssi anlayışına
Kumuk Türkçesinde yeye, Özbek ağızlarında yiqa ve Azerbaycan Türkçesinde yiye
şeklinde de rastlanmaktadır. Burada kelime başında bulunan y sesi protez olarak
düşünülmektedir.
İlginçtir, kelime
başındaki y’li kullanıma abidelerde rastlanmamaktadır.
Türkçenin dil
yadigarlarına baktığımızda; Kutadgu Bilig’de bu kelime İdi şeklinde “Tanrı”
manasında kullanılmıştır.
Kaşgarlı Mahmud’un
Divanı Lugatit Türk’ünde İzi hem “sahib, efendi”, hem de “Tanrı” olarak
anlamlandırılır.
Atabet’ül Hakayık’ta
İzi’nin “sahib, yiye” ve “Tanrı” manaları verilir. EbuHeyyan’da da İzi’nin
“Tanrı” anlamı bulunmaktadır. O, bu kelimedeki z sesinin Türkçede olmadığını,
bu sesin ancak Bulgarcada bulunduğunu yazar.
“Lügati Çağatayi ve Türkii
Osmani”de ise izi sözü Tanrı, ayrıca İdi ise “sahib, yiye” manalarıyla
kaydedilir. “Muhabbetname’de ve Seyfi Sarayi’de izi şekli yoktur. Ancak
birincide İdi sözü “yiye, sahib” ve tamamı “Tanrı” manalarında kaydedilmiştir. “Bedaü’llügat”da
ega, “Nechülferadis”te
izi, eya ve eqa sözleri “sahib, yiye; Tanrı” manalarında
kullanılmıştır.
Uygur liderleri XIII.
yüzyılda “idikut” ünvanını taşımaktaydılar. Ebulgazi, Yedisu’da yaşayan
Türklerin diline dikkat ederek “idikut” kelimesinin Moğolcada
‘devletli’ anlamına geldiğini yazmaktadır.
“EtTuhfet’üzZekiyye’de
(14. yy.) egi, idi, iye şekillerinde bulunan bu kelime “AltunYaruk’ta iya
şeklinde geçmektedir.
“Kelile ve Dimne”de de
İdi / İzi ile aynı kökten olan is “sahib, yiye, malik” sözü, Moğol sözlüğü olan
“MukeddimetülEdeb’de ise aynı “sahib” manasında i sözü bulunmaktadır.
Eski Özbek ve Tatar
Türkçelerinde igi, izi sözüne hatta 1917’ye kadar olan (didaktik) eserlerde
İdzi ta’la (İzi Taala) şeklinde kullanılmıştır. Bu ise aslında kanaatimizce
Kitabı Dede Korkut’taki “AllahTanrı”, “Yaradan Allah”, “Kadir Tanrı”,
“TanrıTaala”, “HakkTaala” ya da “Allahtaala” kullanışlarının aynısıdır.
Ali “Kıssayı Yusuf’ta
(idzi, izzi) izi sözünü hem “sahib, yiye”, hem de Allah manasında kullanır.
Kutb’un “Hüsrev ü
Şirin’inde ise “İzi atı birle başla sözünni” (İziYaradanın adı ile başla
sözünü) şeklinde kullanılmaktadır.
Kur’anı Kerim’in Eski
Türkçe tercümelerinde “Rabbena” sözü “Ey İzimiz” şeklinde çevrilmiştir.
XIIXIII. yüzyıla ait
bir Türkistan “Tefsir”inde idi ve izi şekilleriyle “sahib, yiye” ve “Tanrı”
manalarında kullanılan bu söz “sahib, malik” manalarında da “Kitabı Dede
Korkut’un dilinde iye “Kanturalı cemal ve kemal iyesi yigit idi” (D180) ve is
“Zira Dede Korkut vilayet issi idi” (D84) şekillerinde geçmektedir.
XVI. asra ait “İbn
Kebir Tarihi’nde ise issi ve eye sinonim kelimeler gibi kullanılmaktadır.
“Yusuf u Züleyha’da, A. İnan’ın fikrince, Eski Türkçedeki zel sesi ancak İdzi /
İzi sözünde korunmuştur ki, bu da İzi’nin Tanrı adı olduğu içindir. (Yazar
“Eski Türkçedeki zel sesi” derken herhalde d ünsüzünün {dy} allofonuna benzer
ses şeklini dikkate almıştır).
Görüldüğü gibi
kaynakların bir kısmı dışında umumiyetle idi / izi / iye (aynı i’e, ie, ige)
kelimenin “sahib”, malik” manasının yanı sıra onun ‘Tanrı” anlamını da
göstermektedir. Bir tek Lûgati Çağatayi ve Türkii Osmani’de ise farklı olarak
İzi “Tanrı”, İdi kelimesi de “sahib, yiye, malik” gibi anlamlandırılmaktadır.
Sözlüklerde (mesela: V.
V. Radloff’un Türk Lehçeleri Sözlüğü Denemesi adlı eserinde) İye, İzi, İdi,
İqe, ee kelimelerinin “sahip, yiye” anlamıyla birlikte, onun mecazi olarak
“peri, ruh” anlamlarını da verdiği görülmektedir.
K. K. Menges’e göre, en
eski İdi şeklinde olan bu kelime “Tanrı” demektir. Elbette, palatal d sesi
akıcı yz seslerine göre daha eskidir. Ancak, burada idi / izi’nin “Tanrı”
mazmunu onun semantik bakımdan geçirdiği genişleme ile gelmiştir. En sona kadar
korunan ilk anlamıdır.
Fikrimizce, izi / iye
anlayışının ilkin manası koruyucu ruh olan mitolojik varlıklara aittir. Göktürk
yazıtlarında da “Yersuv” adıyla ifade edilen aynı koruyucu ruhlarla ilgili
olduğunu ifade etmek mümkün olabilir mi?
Altay’da, Türkistan’da
şamanların dua ederken yüz tuttukları bu varlıklarla ilgili kültle birlikte,
mesela; Kırgızlarda hem de “sahab” (ee, eesi) kültünün varlığı ise bu sorunun
tek başına cevabını zorlaştırmaktadır.
İzi / iye anlayışının
ihtiva ettiği “Tanrı” anlamına geldiğinde, bu mana onun “yiyelik, sahiblik”
mazmunundan türemedir. Yeni “İzi” Eski Türk Dininde GökTanrı’nın bir vasfıdır.
Bir Ülgen, Kayrakan ya da Bayat anlayışı Tanrı anlayışını ne derecede
kutsileştirirse, İzi anlayışı da Tanrı’yı bir o kadar kutsileştirir.
Bir “Ugan
Tengri” ifadesindeki Ugan ve Tengri anlayışları arasında hangi nispet
varsa, bir “İzi” ve “Tanrı” anlayışları arasında da aynı nispet vardır. Bu
bakımdan XII. asır Türk âlimlerinden olan Fahreddin Mübarekşah’ın
“Şecereyiensab” adlı eserindeki “aynı çağlarda Türkçede kullanılan Tanrı
adlarının Arap ve Farsçadaki Allah adlarına karşılık olarak bazı anlam
değişiklikleri bulunduğu” mahiyetindeki bir kayıt da ilginçtir.
Mübarekşah’a göre,
Türkler arasında yaşayan Tanrı adlarından Allah adının Arap ve Farsçadaki
karşılığı aşağıdaki gibidir:
Tengri: Allah
Ulu Tengri: Hüdavend
İdi: Hüdavend
Türklerin başlangıçta
kendi dillerinde yaşayan Allah adlarına sadık kaldıklarını ifade edecek bir
özellik taşıyan bu kayıt da bir kez daha ispat etmektedir ki, Türkçedeki İdi
adının ölçüleri ile Arapça ya da Farsçadaki Allah adlarının ölçüleri arasında
mana farklılıkları bulunmaktadır.
Buna benzer şekilde
“Kıssayı Rabguzi’deki “Oğan / Uğan”ın bir kaide olarak “Allah” diye
anlamlandırılmasına bakılmaksızın, onun “ Tanrı”dan az da olsa farklı anlamı
“Allah” anlayışını ifade ettiğine dair fikir de dikkati çeker.
Yeri gelmişken, İzi /
İye anlayışı bir eski ee şekliyle Buryat şaman panteonunda bütün
yaratılmışların yaratıcısı olan, hatta Esege Malaa’nın yaratıcısı sayılan ve Ee
Hayrhan denilen en ulu varlığın adında da korunmuştur.
“Kutadgu Bilig’de “Apa
yazdı erse Bayat kınadı” örneğinde BayatTanrı mazmununu taşır. Yahud Kutb’un
“Hüsrev ü Şirin”nde kullanılan “İdi dergahı” ifadesindeki İdi / İzi de
Yaratan’a mahsus olan sahiplik, yiyelik anlayışını gösterir. Çünkü, Tanrı en
yüksek ilahi varlık olarak en büyük koruyucudur, hıfz edendir. Belalardan uzak
tutar. Ancak saygı ile anılmasını ister.
İzi anlayışının Saha
Türkçesinde ece şekli de var ki, Tanrı’ya ihtiramla yönelinmesini, Yaratana
hitap olunduğunu bildirir. Bu bakımdan da “İdi dergahı” ve ya “İzitaala” ile
aynı semantik ifadeye dayanır. Gözden geçirilen abidelerde de İzi tam olarak
“Tanrı’yı değil, O’nun sahipliğini, Yeringöğün yiyesi olduğunu bildirir ve
devamlı olarak bu sözün “sahip, malik ya da yiye” mazmunundan sonra kullanılır.
Yudahin de sözlükte
Kırgız Türkçesindeki “ee” sözünün karşılığında önce sahip kelimesini, sonra
aynı kelimenin daha sonraları ortaya çıkan ikinci anlamı olan “Tanrı” manasını
vermiştir.
Kaşgarlı Mahmud’un
Divanı Lugatit Türk’ünde “İdzi” (İdhi) sözünün “sahip, efendi” anlamını
verdikten sonra Tanrı’ya da “İzi” denilir, şeklinde ifade etmesi bir tesadüf
olmasa gerek. Burada dikkati çeken sadece Tanrı’ya “İzi” denilmesi değil
özellikle “Tanrı’ya da” “İzi” denilmesidir. Yeni Tanrı başka vasıflarla
anıldığı gibi, “İzi” vasfıyla da anılabilmektedir. Bu, “İzi” anlayışının her
yönden anlamına uygun gelmektedir.
Eski Türklerin tabiatta
varlığına inandıkları gizli kuvvetler ise özellikle aynı İdi / İzi / İyeler
adıyla bilinen koruyucu ruhlar idiler. Aynı İyelerdir ki, çoğu halde bu anlayış
Tanrı adının sinonimi gibi onunla neredeyse aynı ölçüde “Tanrılar, ruhlar”
şeklinde kullanılır. Bazen Türklerin çok sayıda Tanrılara, ruhlara inandıkları
da iddia edilir. Hâlbuki burada Tanrılar denilen, hakkında tartıştığımız
koruyucu ruhlardır. Mesela, Umay da, Al da uydurma bir tabirle söylenildiği
gibi, bir Tanrı ya da Tanrı gibi değil, bir koruyucu ruh, yeni “İye”dir, ikinci
dereceli ilah değildir. Türk etnikmedeni sisteminde “İzi / İye bir mitolojik
varlık gibi zamanzaman melek (ferişte), evliya vb. adlarla karşımıza çıkar.
Mesela, Azerbaycan Türklerinin inanışına göre “eye melekdi… Göze görünmez.”
“Manas” Destanında:
“Umay ene perişte.”
(Bir melek Umay ana)
Şor
Türkleri Umay adlı bu koruyucu ruha Mayezi derler ki, buradaki “ezi” de ele İzi
/ İye / Eye’nin aynısıdır.
Kazakistan’ın günbatar
bölgelerinde ise:
“.May eulie”, yani
Umayevliya denilir.
Yanlış olarak İlahlar,
Allahlar ya da Tanrı (ça) lar adı verilen aynı göze görünmez kuvvetler ise
Yunanlıların veya Romalıların dininde olduğu gibi panteon teşkil eden bir
sistemde birleşmez. Sadece bir anlayış gibi kendi ölçülerini “İzi / İye” yerine
Tanrılar vb. ifadelerin kullanılması Türk etnik medeniyetinin ayrılmaz parçası
olarak din düşüncesi doğru şekilde tespit edilememektedir. Aksine, “ona putperestlik
şeklinde çok Tanrılı bir din görünüşü verilir.” Ay Tengri, Gün Tengri
ifadelerine gelindiğinde ise, bunun da Uygurların Mani dinini kabul etmeleri
ile ilgili olduğu bilinmektedir.
Bu manada İzi / İye
olarak bilinen varlıklara su ilahesi, yer Allah’ı, dağ Tanrısı vb. ifadeler,
Türk etnik medeniyetinin kendi kaynağından gelmemektedir. Bunların yerine,
ananede su eyesi, yer issi, dağ iyesi vs. vardır.
Türk dünyasında oldukça
geniş yayılmasından gibi, protürk çağından bu yana aziz, dokunulmaz ve mukaddes
olanla ilgili ilk semantiğini koruyan, sistemli semantik anlam değişmeleri
geçirerek başlangıcındaki mitolojik mazmununu koruyan, mukaddesliğini kaybetmiş
olanla ilgili manaları daha sonraları ortaya çıkan ve bugün de Türk mitolojik
düşüncesinde yaşayarak eski idi ile genetik yakınlığı, yer iyesi, suq eezi, ot
iyase vb. adlarla ifade olunan aynı mitolojik varlıkların görüntüsünde belirli
tabii objeleri tecessüm iletirdi.
Başlangıçta
Tanrıcılıkla, sonradan ise şamanizm görüşleriyle ve böylece Şamanizm’le
karışmış GökTanrı diniyle ilgili olarak meydana çıkan İye / İssi anlayışı
sadece dilcilik yorumlarıyla değil, tamamını Türk din düşüncesi ışığında ve
etnografik materyaller esasında bütün genişliği ile araştırmak mümkündür.
Mesela, Şamanizmle
ilgisi açısından aşağıdaki farklara dikkat etmek gereklidir: Türk Şamanizminde
hem kam ruhunun terbiyecisi, hem de kamın ruh yoldaşı iyekıl adını taşıyor.
Saha Türklerinde kamın
öbür dünyada yaşayan ruhuna verilen iyekııl adında da iye anlayışı Şamanizm
terimi olarak kalmıştır. İye sözünün Şamanizmle ilgili mazmunu Çuvaş
Türkçesinde “sağalmaz azara tutulan adam; cinli, delidivane manaları” bildiren
iyele (eyeli) sözünde de korunmuştur vb. Tabiatın kendi içinden gelen bu hami
ruh koruyucularını Sibirya ve Orta Asya’nın Türk halklarının eposları için
kanonik obrazları farz edilir, eski mitolojik tasavvurlardan gelen bu
varlıklarda Şamanın tecessümünü görür.
Ancak mukayeseli umumi
Türk Din Tarihi yazılmadığından ve GökTanrı dini sistemli şekilde tam olarak
araştırılmadığından iye anlayışıyla ifade olunan mitolojik varlıkların tabiatı
hakkında da kesin ilmi tasavvur yoktur. Mevcut bulunan dil ve etnografik
malzemeler ise sistemli olarak incelenmediğinden, araştırmalarda yanlış
sonuçlar alınmaktadır.
Mesela, Türkmenlerde
güya İslamiyet’in tesiri altında iyelere, bu Tanrıcıhami ruhlara güya
münasebetin değişmesi ile aynı mitolojik varlıkların kötü şerli ruhlara
çevrilmesi ya da Çuvaşlarda “cin, şeytan” anlamını bildiren eye misali,
iyelerin daha çok cinlerle aynileştirerek zararsız olmadıklarına dair fikirler
gibi.
Hâlbuki burada
mitolojik varlığın müspetten menfiye doğru kavram değiştirmesinden,
benzerlerinin eski tasavvurlarını gittikçe unutulmaya yüz tutarak
belirginliğini kaybetmesinden başlamış mitolojik varlıkların eskiden kendinde
olanları yeni biçimlerde yaratarak ön plana çıkarıp her an yenilenme halinde
olan ananenin dâhilindeki anlayışını, medeniyetin bütün diğer şekillerini
dikkate almak gereklidir. Bütün bunlar göz önüne alındığında İzi / İye
anlayışına sadece filolojik malzemeler ile değil, tamamının etnografik deliller
ışığında kompleks olarak izah getirebilir.
Eski Türkler, bilindiği
gibi, kâinatın ruhlarla dolu olduğuna inanıyorlardı.
Tabiatta olan bu gizli
güçler dünyanın üzerinde dolaşırlardı. Topraklar üzerinde “hakimsahipler” veya
“hakimruhlar” da olarak adlandırılan bu varlıklar gözle görünmezlerdi.
Eski Türklerin aynı
ruhlar hakkında çok belirli tasavvurları vardı. Bu ruhlardan iyilik getireni
de, kötülük vereni de olurdu. Lakin onlar ayrı ayrı bölgelerde
bulunmaktaydılar. Yani aynı ruhlar aynı zamanda hem iyi, hem de kötü
olmuyorlardı. “Yeg”ler veya “bizden yeyler” denilen demonik varlıklar vardır
ki, onlar ancak insanlara zarar verirlerdi.
Bir de iye / issi
denilen hami ruhlar vardı. “sahab”, “sahib”, bazen de “kimsene” denilen,
hayırbereket getirdiğine inanılan ve uykulara da giren bu varlıkların, sahibi
oldukları yerlerde yaşadıklarına inanılırdı.
Ord. Prof. M. Fuad
Köprülü’nün yazdığı gibi, “esasen Türkler Tanrı’yı ve ikinci dereceli ilahlar
demek olan idi’leri korkunç görmüyorlardı; çünkü bunlardan hiçbir kötülük
gelmezdi.”
“Azerbaycan mitolojik metinleri”nde
de iye (eye) lerin kötüler değil, iyiler oldukları anlatılır:
“Gözümüzden ne
görüyorsak, hepsinin eyesi var. Bu iyeler bize görünmez. Ancak iyelerle bizden
yeylerin arasında fark var. Bizden yeyler hiç bir şeyin sabahı değil. Ancak
eyeler neyin eyesi ise, onun da sahabı idi, kendisi de onda yaşıyor. Mesela,
bey iyesi beyin sahabı idi, beyde de yaşıyor. Ta suda, yahud, dağda bey iyesi
olmaz. Onların da kendi iyeleri vardır. Ancak bizde yeyler her yerde
yaşıyorlar. Özellikle de karanlık yerlerde, harabe yerlerde, ağaç altında, su
başında yaşıyorlar.
Bizden yeyler daima
insanın malını çalıyor, kazanın, elbisenin, bulgurunu, yağını götürür, pilav
pişirip yer, elbisesini giyip oynuyor. Ta bir sözle, bizden yeyler daima insana
zarar verir.
Ancak iyeler çok
faydalıydı. Eğer onların yakınına geldiğinde selam verirsen, giderken de
‘selamet kal’ dersen, bir şeylerini aldığında izin istersen, senden hoşlanacak,
daima sana yardımcı olacak, mesela, dediklerimi yaparsan, ev iyesi evimi abad
eyleyecek, daima evinde mutluluk olacak. Yol iyesi yolunu uğurlu kılacak, bağ
iyesi mahsulünü bol eyleyip seni zengin edecektir. Diğerlerini de bunlar gibi
mutlu kılacaktır.
Evin, avlunun, bağın,
suyun, yolun, dağınher şeyin iyesi var. Bunlara selam vermen gereklidir.
Örneğin, eğer bağa gelmişsen: ‘Selam, a bağ iyesi, geldim bağımı sularım,
ağaçlarımın dibini belleyim.’
Giderken de diyorsun
ki, “Selaâmet kal, a bağ iyesi, ben gidiyorum, yine geleceğim.” Bunları yüksek
sesle söyleyebilirsen, yüreğinden söyleyebilirsen. Bağ iyesi hepsini
duyacaktır.
Bu iyelerin içinde
hepsinden üstünü su iyesidir. Su iyesi suda yaşar. Sabah erkenden suya
gittiğinde, su iyesine selam vermen gereklidir. Hiçbir zaman suya tükürmek,
suya çöp atmak olmaz. Yoksa su iyesini küstürürsün”.
Göründüğü gibi, İdi’nin
eski Türk düşüncesinde var olan ilkin mitolojik anlamı burada da korunmuştur.
Ancak ilah demek olmayan iyeler arasında herhangi bir hiyerarşik bağlılık da
bulunmamaktadır; her birisi sahibi olduğu yerde yaşıyor, yani neyi ifade
ediyorsa, kendisi de odur (Olduğu yerin iyesi olması bakımından Yakut (Saha)
olonkholarındaki yer hamisi, yer ruhunun mitolojik obrazı da bu bakımdan
fonksiyonel anlamına göre iyelere yakınlığı ile de dikkati çeker).
Muayyen kayd u şartla
“hami (koruyucu) ruh” denilebilecek bu varlıkların panteonu uzun müddet halk
hafızasında korunmuş eski Tanrıları olduğu fikri de Tanrıcılık dini anlayışını
karanlıklaştırdığından, umumiyyetle, kabul edilemezdir.
Aslında çok kanaatkâr
olan iye adlı aynı varlıklar hiç de faydalı veya zararlı olmakla, mesela, kara
iye ve ak iye diye birçok araştırmalarda gösterildiği gibi, iki gruba
ayrılmıyorlar (Etnikmedeni sistemin ayrı ayrı ananelerinde ise aynı adlı bir
varlığın aksi işaretli mitolojik anlamın taşıyıcısı olabilmesi istisna
değildir). Sadece, onlara karşı saygı ile davranıldığı zaman yaratılışları
itibarıyla hayırlı olduklarından hayır getirir, saygısızlık gördükleri zamanda
da zarar verirler. Çünkü kaynakta mukaddes, aziz ve mübarek yüzlü (yani sakral)
olanla ilgilidirler.
İzi / İye anlayışının
bu semantik tutumu “Tanrı” sözüyle aynı şekilde manalandırılarak onun eş
anlamlısı gibi anlaşılmasına imkan oluşturulmuş, kendisini ifade etmesi tanınmıştır.
İesi / isi / izi olarak tabir edilen bu varlıkların menşei ile ilgili bir
AltaySayan mitinde şöyle denilir: “Erlik göklerden indirildiği zaman ardınca
orda onun hizmetinde bulunanlar da yerlere saçıldılar. Suya düşen su iyesi,
dağa düşen dağ iyesi vs. oldu”.
L. P. Potapov haklı
olarak eezi’lerin menşeinin bu tür izahını hami ruhların çoğunlukla itibarda
olmasından halk düşüncesinden uzak olmaması ve onun kendine mahsus tarzda
yorumlanması ile ilgili düşünür.
Kırgız Türklerinin
inanışlarına göre de ruhlar nesnelerin yaratılışlarına katiyyen iştirak
etmiyorlardı.
Onlar ancak dünya
düzene girdikten, yenidünyanın yaratılışından sonra var olduklarını göstermeye
başladılar. İnanışa göre, insan faydalı ruhlara, yeni iyelere kulluk etmekle
fayda buluyordu.
Bütün bunlar gösteriyor
ki, Türk din düşüncesinde İzi / İssi / İye adıyla bilinen bu mitolojik
varlıkların yeri müstesnadır.
Dilcilik yorumları da
bu anlayışı bir sistem bütünlüğü içinde Türk din düşüncesiyle
ilgilendirmektedir. Nazari bakımdan da “bir kelimenin, semantik olarak
farklılaşması çok olur, onun dildeki fonksiyonu da geniştir. Eğer semantik
ayrışma ile beraber allomorfların da çoğunluğu bu ise onun en eski kelimelerden
oluştuğunun delilidir.”
İzi / İye / Eye
anlayışının da Türk lehçelerinde oldukça fazla allomorfu vardır. Aslında derin
anlam bölünmesine de uğramıştır. Bu manada L. Budakov’un İzi (Tanrı) anlayışını
Fars dilinin ized kelimesiyle mukayesesi ve “göndermek, yollamak” anlamında
(iz) mek fiiliyle birleştirmesi yanlıştır.
Aynı şekilde Çuvaş
Türkçesinde yakınlık bildiren terimlerin etimolojisine dair kıymetli
araştırmanın müellifi N. İ. Yegorov’un da Tuva Türkçesindeki ie, Saha
Türkçesindeki iye vb. şekillerinin “büyük bir ihtimalle HindAri dilleriyle
bağlantılı olduğu”na dair fikri netleşmemiş şekildedir.
İzi / İye anlayışının
Kök Türkçeden bu yana geçirdiği evrede bir “ana” anlamı da vardır. E. Sevortyan
“Türk Dillerinin Etimolojik Sözlüğü’nde Tuva ve Saha Türkçelerindeki iye ile
Hakas ve Baraba Türkçelerindeki ine sözlerinin aynı kaynaklı olabileceği
kanaatindeydi. R. Ahmetyanov da eye, iye, eye anlayışını Eski Türkçedeki ege
ile bağlı olabileceğinin mümkünlüğü fikrini ileri sürüyordu. Buraya, elbette,
Özbekçedeki oyi sözünü de ilave etmek mümkündür.
Bize İzi / İye anlayışı
“ana” semantik gelişmesinde Türk dinimitolojik düşüncesinin prensiplerine uygun
bir tezahürüdür şeklinde gelmektedir.
Kanatimizce, İzi
anlayışının eze, eye ve eje, eçe şekilleri de aynı kökden gelmektedir.
Türk lehçelerinde bu
anlayışın içe, eçi, iççi, edze vs. şekilleri de “ata” anlayışı ile ilgilidir.
Lakin eski “ata” anlayışı bugünkü manalarıyla eşit değildir.
Orhun Abideleri’ndeki
“ecdad”, “atalar” anlamındaki Ecüapa deyimi bulunmaktadır. “yer yaratıldı ikisi
arasında insanoğlu yaratıldı, insanoğlu üzerine EcümApam…”
Görüldüğü gibi İzi /
İye anlayışının atalar, yani ecdad kültüyle ilgili olan mazmunu bulunmaktadır.
İdil Bulgarlarının dilinde de “ece”ata manası ifade edilir.
Saha Türkçesinde
ruhların adlarıyla birlikte kullanılan iççite sözünün aynısıdır. İlginçtir ki,
Hakaslar Umaya Imayiçe, Şor Türkleri de Mayiçe derler. Buradaki içe kökü
üzerinde az sonra yine duracağız.
A.Gölpınarlı,
“Vilayetname’de geçen terimler içerisinde içe tarzında yazılmış olan kelimeyi
Oğuz Türkçesinde “evliya” diye açıklamaktadır.
Buradan iziiççiiçe
anlayışıyla temelinin Şamanizm çağlarında atıldığı ihtimali ileri sürülen veli
(evliya) kültü arasındaki bağlılık öne çıkmış olur. İzi / İye kültü kendi
kökünü tabiattan alır. Tanrıcılık dünya görüşünün ayrılmaz parçası olan ve
Şamanizm elementlerini yaşatan pirocak inanışı da tabiattan gelmektedir. Bu
manada özünde birer kutsallık olan pirocaklar, şıhlar gibi aynı derecede
kutsallık taşıyıcısı olan İzi / İye kültü arasındaki bağlılığın öne çıkarılması
da Türk din düşüncesi, etnografyası bütünlüğünde Türk etnolojisi karşısında
duran önemli sorunlardandır. Yani pirocak kültü, evliya inancı ile tabiat
kuvvetlerine inanmanın ifadesi olan İzi / iye kültü gibi inanç sistemi arasında
bağlılık bulunmaktadır.
Türk Tanrıcılığı
Şamanizmle karışmadan önce ise Eski Türk inanç sistemindeki atalarecdad kültü
evliya
(veli) kültünün hazırlanmasında mühim rol oynamıştır. Bunu izi anlayışının
“ecdad” anlamı da gösterir.
Bu anlamıyla da eçi,
eçig, eçige şekillerinde Altay dil ittifakı çağında Moğol dillerine geçtiğini
düşünmek mümkündür. “EtTuhfettü’z Zekiyye fi’lLugatit Türkiyye’de “hekim,
tabib” gibi anlamlandırılan içegi sözünün de bu kökten olup olmadığını söylemek
şimdilik zordur. Fakat evliyaların başlıca fonksiyalarından birinin de
hastalara şifa vermek olduğu düşünülürse, böyle bir bağlılıktan
bahsedilebilinir.
İzi / İye anlayışında
kadın hattıyla olan anlamın üstünlük teşkil etmesinin ise kendine has sebepleri
bulunmaktadır. Bunu hiç de geçmişin derinliklerine götürerek kadın kültüyle
ilgilendirmek doğru değildir. Yani aynı koruyucu ruhların karakterinde kişi
cinsiyle bağlı elementleri anaerkillikten ataerkilliğe geçiş devriyle
ilgilendirmek yanlıştır. Etnografyaya dair araştırmalar da göstermiştir ki,
“klasik ibtidai cemiyyette cinslerin gayri beraberliği bilinmemektedir; daha
sonraları da kadınlar hiçbir zaman hâkimiyette olmamışlardır. Bundan başka Türk
halklarının da etnografik, folklor, tarihi, arkeoloji materyalleri burada
anaerkil adlı bir şeyin herhangi bir zamanda yaşadığına dair küçük bir işaret dahi
bulunmamaktadır. Aynı sözleri ataerkil terimi için de söylemek mümkündür”.
Potansiyel olarak
başlangıçtaki bütünlüğü temsil ettiklerinden aynı varlıklarda hem erkek
başlangıcı, hem de kadın başlangıcı bulunmamaktadır. Mesela, şaman bir varlık
olarak artırmabolluk anlayışıyla ilgili olduğundan onda her iki başlangıç da
bulunmaktadır; merasim zamanı kadın giyimi giymesi de bunu gösterir.
Kadın ana artımla
bereketle ilgili olduğundan birçok ananelerde bu özellik öne çıkmıştır. Fakat
aynı değer hiçbir halde mutlak hakimiyete veya üstünlüğe dönüşmüyordu.
Erliğe “ada”, yani
“ata” denilir. Buradaki “ata” anlayışı başlangıçta, İlk Çağ’da artım mazmununu
da taşıyor. Erliğin tubakişilerin tasavvurunda hem de kadın görünüşünde iri,
uzun göğüsleri olan bir varlık gibi olması bir tesadüf olmasa gerektir. Hızır
da bir “ata”dır. Süleyman Bakırgani “Hızı rİlyas atam var” der. Halk
şairlerinin rüyalarına giren varlıklardan biri Saçlı Derviş adında ermiş, yani
evliya bir kadındır. Bu kadının ise rivayet edilenlerin sonunda Hızır olduğu
söylenilir.
Bu ve diğer
ayrılıklarda da İzi / İye anlayışında kadınana ve kişi hattıyla ilgili mazmunun
varlığını da gösterir. Bunun bir delili de mesela; Humay adındaki mitolojik
varlığın bir ananede Imayiçe, başka bir ananede Mayezi, bir diğer ananede
Mayene olarak adlandırılmasıdır.
Hakaslarda odun sahibi
hem Otine, hem de Otiçe adını taşır. Aynı bir varlığa hem içe / iççi, hem ezi,
hem ene denilmektedir. Bu ise aynı anlayışların aynı simvolikayı ifade
ettiğini, aynı semantik yük taşıdığını gösterir.
Başkurt Türk
ağızlarında iney şeklinde kullanılan kelimenin hatta ese, esey şekilleri de
bulunmaktadır.
İzi / İye sözünün bir
allomorfu olan eci Aydın Türkmen Alevilerinin ağzında ananın anasına denilir.
V. Radlof’un derleyip
yazıya aktardığı “Yaratılış Destanı”nda ise ulu Hava ana “Eçi” adındadır.
Kaşgari’nin “Divan.”ına
göre eçi yaşlı kadına denilmektedir. Çağataycada da ece “ana” manasını ifade
ediyordu.
Eski Uygur Türkçesinde
ige, ite, iti, idi “bey”, “sahip”, “Tanrı” anlamlarıyla bilinen bu sözün
kadınana ile bağlı mazmunu, fikrimizce, Türkiye Türkçesinde “küçük çocukları
korkutmak için uydurulmuş hayali varlık” gibi izah edilen, aslında mitolojik
düşüncede bolluk ve artımı temsil eden Umay ananın mitolojik simvolikası ve
adıyla ilgili “Umacı” sözünde de bulunmaktadır.
Bizim kanaetimizce,
Umacı sözü “Umay içe / Imay içe”nin fonetik bakımdan değişikliğe uğramış
şeklidir (Anlayışın taşıdığı ilk mitolojik manasından çok sonraları unutulup
ortadan çıkabildiğini de belirtmek gereklidir.
Burada ise mitolojik
simvolikası bakımından Umacı ile Umay ana arasında bağlılık, en derin katlarda
olsa bile, korunmuştur).
İzi / iye bir yerde de
sonradan kazandığı profan mahiyetli mazmun ifade ettiği gibi, mukaddes ve
mübarek yüzlü olanla ilgili mazmununu da koruyup saklamış ve Türk dinimitolojik
terminolojisine dahil olmuştur. Eğer “bey” sözünün de sakral ve “mukaddes”
olanla ilgili mana taşıdığını düşünürsek, A. von Gabein’in, “idi, ige, iye.”
sözlerini “bey”gibi izah etmesi anlaşılmış olur. Çünkü “bey” sözünün ilkin
anlamında sakralla ilgili mazmun bulunmaktadır.
Türk lehçelerindeki
bütün (izi, idi, iye, i’e, ie, ige, ege, eye, eze, eçe, eyye, eye, ez, ize,
iyge.) şekilleriyle “İzi / iye” anlayışının izahına gelirsek, bu sözün ilk
şekli edi gibi görülmektedir, onun fonetik gelişimi edi>iyi>ii>i
şeklinde izlenmektedir.
Bir başka fikre göre,
kelimenin eski şekli “es”tir. Hatta is şeklinin yeniden parçalanıp isi şekline
girmesi şeklinde de izah edilmektedir.
Üçüncü bir fikre göre,
idi / izzi / izi sözü z>s değişmesiyle idi>izi>isi şeklinde bir
inkişaf geçirmiş, d>z>y inkişafından sonra iyi şekli ortaya çıkmıştır ve
daha sonra ys>ss benzeşmesiyle iyisi>iysi>issi şekline dönüşmüştür.
Saha Türkçesindeki iççi
şeklini ise V. Bang, ii, idi, isi>iizi vasıtasıyla idi’ye götürmektedir.
Bununla birlikte, bazı
araştırmalarda da kelimenin kökündeki gz (ve ya zg) yg ünsüz şekilleri
arasındaki münasebetler meselesinin çetin ve mürekkep olduğunu göstermektedir.
E. Necip ise iye sözünü tabii olarak ega köküne bağlılığını söyledikten sonra
bu kelimeyi OrhunYenisey yazıtlarındaki idiye kadar götürmek mümkün olabilir mi
diye sormaktadır.
Kanaatimizce, idi, izi,
ize veya iççi. Şekillerini bu tür fonetik farklılaşma, ses değişmesi veya
doğrudan ses gelişimi gibi izah etmek yanlış olur. Doğrudur, Türk lehçelerinde
d>z>y, aynısının d>z>c şeklinde ses değişimleri mümkün
olabilmektedir. Mevcut araştırmaları da esas alırsak, y sesi izi anlayışının
muhtelif sıralarındaki söylenişleriyle dialektik bağını göstermektedir, o zaman
kelimenin en eski dialekt farklarını koruyup sakladığını söylemek olur. Yeni
idi, izi, iye, ige sözlerinden hangisinin evvel, hangisinin sonra olduğunu veya
idi şeklinin iziye, onun da isiye vs. geçdiğinden yahut da dar ünsüzlerin
genişlemesi hadisesiyle değil, sözün muhtelif söyleyişlerinin en eski dialekt
farklarını aslını akssettirdiğini söylemek mümkündür.
Prof. F. Ağasıoğlu,
kaynağını eski ses yuvalarından alan ve ses kuruluşunun umumi gelişim
kurallarına uygun olan dialekt farklarından konuşurken protürk devrindeki
dialektlerin sonraları dahili dialektlere, şivelere ayrıldığını ve muhtelif
zamanlarda defalarca birbirine karıştığını söylemektedir.
Yazara göre, protürk
devrindeki dialektlerden diğerlerine nispeten d / y dialekt farkı daha sonra
ortaya çıkmıştır. Protürk’ün son merhalesinde d ünsüzü [dy] şeklinde d’
allofonu olmuştur ki, sonraki inkişafta dialekt farkları sonraki devirlerde d /
d’/y refleksini, daha sonra da t / z / c / j / ç reflekslerini ortaya
çıkarmıştır. Bu gelişim kelime içinde d’ / d / z / y / g / t paralelliği
şeklinde kendini gösterir.
Bu fikir idi / izi /
itti / iye / iççi paralellerinin de meydana çıkış sebebine de doğru şekilde
izah getirir ki, bununla da “sözün kökünde ünsüz şekilleri arasında çetin ve
mürekkeb olduğu” sanılan münasebetler asıl halini bulmaktadır. Yani protürkte
varlığı onun ayrı ayrı Türkçelerde değişik şekillerinin ortaya çıkmasını da
sağlamıştır.
En eski idi (idzi /
izzi) şekliyle başlangıçta hiç de Tanrı anlamı bildirmeyen bu kelime Tanrıya
mahsus koruyucu, hami vasfını sonradan kazanmıştır.
Yazılı abidelerde de
onun en önce “sahib, malik” mazmunu, sonra ise “Tanrı” manası kayda alınmıştır.
Bazı kelimelerde ise dil ve din düşüncesinin kanuna uygunluğu kendini
göstermekdedir. Anlayışın “izi” dialekt farkıyla “Tanrı”, “idi” “sahib, yiye”
manalarında belirtilmesi gibi.
Netice olarak, kısaca
söylemek gerekse, “yiye; Tanrı; melek; ata, ana; ecdad” anlamları yönünde
geçirdiği semantik değişmeler ve bu mana değişmeleri ile beraber çok sayıda
allomorflarının varlığı idi / izi / ige / iye / yiye / eye anlayışının en eski
Türk kelimelerinden biri ve hem de mitolojik çağ Türk düşüncesininin mahsulü
olduğunu açıkça ispata yetmektedir.
Bu manada her
medeniyetin özünde olduğu kadar Türk medeniyetinin bu şekilde sırf milli
özelliğini ifade eden rumuz kodlarındandır ki, başka medeniyetlerde tam
karşılığı bulunmayan (medeniyetşinaslıkta bazen böyle anlayışların adına
“lakun” denilir) ve bir dilden başka dile aynısının çevrilmesi mümkün olmayan
aynı tip anlayışlar çoğu zaman alındığı dilde ne kadar varsa bu şekliyle
muhafaza edilebilir.
Böylelikle İzi / İye
(eye / yiye) adları ile bilinen mitolojik varlıkların, tabiatının aynısının
etnografik ve dilcilik ölçüleri esasında araştırılması gizli tabiat
kuvvetlerine inanışın Türk dini dünya görüşünün esaslarından biri olduğu
gerçeğini ilmi şekilde ispata yetmektedir.
·
Kaynak Doç.Dr. Celal B.
Memmedov
·
Alıntı Selim Sarısoy
·
Türkler, c.3,
s.330-337, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara-2007
– Edirne T: 0(284) 236 31 37